Babası hastaneden eve döndüğünde
Babası hastaneden eve döndüğünde
Babası Hasan Bey hastaneden eve döndüğünde, masanın üzerine sessizce eski, kırışık bir kâğıt koydu.Sesi titriyordu:“Bu, tedavim için aldığım 900.000 liralık borç senedi. Artık güçsüzüm… Ödememe yardım edebilir misiniz?”Üç oğlu – Ahmet, Murat ve Emre – sessizce oturdular.Ahmet, en büyüğü, içini çekti:“Baba, kızımın üniversite masrafları var, zor durumdayım.”Ortanca Murat, alçak bir sesle mırıldandı:
“Yeni dükkân açtım, daha kazanç sağlayamadım.”Hiçbiri babasının gözlerine bakmadı.Sadece en küçükleri, 28 yaşındaki Emre – yeni evliydi – babasının titreyen ellerine ve bembeyaz saçlarına baktı.Göğsü merhametle doldu.“Ben ilgileneceğim baba,” dedi kararlı bir sesle.Hasan Bey şaşırdı:“Emin misin oğlum? Daha yeni evlendin, kendi evinin ihtiyaçları var…”“Eminim baba. Para tekrar kazanılır ama babanın borcu, yeri doldurulamaz.”O günden sonra Emre babasını İstanbul’daki küçük evine götürdü. Her gün onunla ilgilendi.Gündüz mühendis olarak çalışıyor, geceleri paket servisi yapıyordu.Yemekleri sade ve mütevazıydı – kuru fasulye, çorba, biraz pilav – ama hiç şikayet etmedi.Eşi Elif, sonuna kadar destek oldu.Kendi motosikletini sattı, faturaları ödemek için küçük bir kafe açtı.Ne kadar yorgun olursa olsun, babasının gülümsemesini görünce Emre’nin içi huzurla doluyordu.Hasan Bey zayıf düşmüş olsa da her sabah bahçeyi süpürür, bitkileri sular, oğluna yulaf lapası pişirirdi.
Küçük tahta sandalyeye oturur, Emre’ye sevgiyle bakar ve yavaşça derdi ki:
“Sende annenin kalbi var oğlum… Nazik ama cesur.”
Bir yıl geçti. O sabah Hasan Bey Emre’yi odasına çağırdı.Sesi zayıftı ama gözleri hâlâ parlıyordu.“Otur oğlum,” dedi.Çekmecesinden bir kâğıt çıkarıp önüne koydu.“Bunu oku.”Emre kâğıdı açtı…Ve bir anda donup kaldı.Bu bir borç senedi değildi…
Ne de bir vasiyet…Babası Hasan Bey hastaneden eve döndüğünde, masanın üzerine sessizce eski, kırışık bir kâğıt koydu.Sesi titriyordu:“Bu, tedavim için aldığım 900.000 liralık borç senedi. Artık güçsüzüm… Ödememe yardım edebilir misiniz?”Üç oğlu – Ahmet, Murat ve Emre – sessizce oturdular.Ahmet, en büyüğü, içini çekti:
“Baba, kızımın üniversite masrafları var, zor durumdayım.”Ortanca Murat, alçak bir sesle mırıldandı:“Yeni dükkân açtım, daha kazanç sağlayamadım.”Hiçbiri babasının gözlerine bakmadı.Sadece en küçükleri, 28 yaşındaki Emre – yeni evliydi – babasının titreyen ellerine ve bembeyaz saçlarına baktı.Göğsü merhametle doldu.“Ben ilgileneceğim baba,” dedi kararlı bir sesle.Hasan Bey şaşırdı:“Emin misin oğlum? Daha yeni evlendin, kendi evinin ihtiyaçları var…”“Eminim baba. Para tekrar kazanılır ama babanın borcu, yeri doldurulamaz.”O günden sonra Emre babasını İstanbul’daki küçük evine götürdü. Her gün onunla ilgilendi.Gündüz mühendis olarak çalışıyor, geceleri paket servisi yapıyordu.Yemekleri sade ve mütevazıydı – kuru fasulye, çorba, biraz pilav – ama hiç şikayet etmedi.Eşi Elif, sonuna kadar destek oldu.Kendi motosikletini sattı, faturaları ödemek için küçük bir kafe açtı.Ne kadar yorgun olursa olsun, babasının gülümsemesini görünce Emre’nin içi huzurla doluyordu.Hasan Bey zayıf düşmüş olsa da her sabah bahçeyi süpürür, bitkileri sular, oğluna yulaf lapası pişirirdi.Küçük tahta sandalyeye oturur, Emre’ye sevgiyle bakar ve yavaşça derdi ki:
“Sende annenin kalbi var oğlum… Nazik ama cesur.”Bir yıl geçti. O sabah Hasan Bey Emre’yi odasına çağırdı.Sesi zayıftı ama gözleri hâlâ parlıyordu.“Otur oğlum,” dedi.
Çekmecesinden bir kâğıt çıkarıp önüne koydu.“Bunu oku.”Emre kâğıdı açtı…
Ve bir anda donup kaldı.Bu bir borç senedi değildi…
Ne de bir vasiyet…Devamını okumak için diğer sayfaya geçiniz.
